24 Eylül 2011 Cumartesi

ben sana yalan soyluyorsun demedim ki, sadece gercek degilsin dedim


bir yalandır inanıyorduk eşitliğe. aynılaştırıyorduk birbirimizi. daha rahat kontrol edilebilmemiz için hepimiz istiflenip kümeleneniyorduk, öyle öngörüldüğü için sürekli mayoz bölünüyorduk ve eş öğretiler yükleniyorduk. bizler benzer kromozom gruplarıydık rastgele seçilmiş olan. gelenekler vardı, tabular serpilmişti üstümüze, kitleler halinde ibadet ediyorduk. kitleler halinde dans ediyorduk. bizler napıyorsuk allasen? ve çok yalan söylüyorduk. kendimize dahi yalanlar söylüyorduk. bazen o kadar çok yalan söylüyorduk ki, o kadar yoğun yalan söylüyorduk ki masal oluyorlardı, hikaye oluyorlardı. başarılı olup olmadığımız nasıl bir masal anlattığımıza bağlıydı. kabul etmemiz gerekir ki hepimiz iyi birer hikaye bulamadan ölüyorduk. kendi iyi birer hikaye olan insanlar tanıdım onlarda masalcıydı onlarda yalancıydı. zaman geçti ve biz sadece hikayelere bağlı kalmak istemiyorduk müzik gerekliydi, taklitti müzik hayvan seslerini taklit etmekti ettik. algımız değişiyordu, teknolojiyi kullandık ve artık görüntüleri kaydediyorduk. yalanlarımızı kayıt ediyorduk. hikayeler anlattık, taklit ettik ve kaydettik. bizler film çeviriyorduk. hakkat biz ne film çeviriyorduk? bizler günahkardık ve tövbe ediyorduk her seferinde. vazgeçmiyorduk, neysek oyduk. yüzyıllar bize; daha iyi yalanları daha geniş kitlelere ulaştırmamızı sağladı. bizler bölündük, ve iyi birer yalancı olarak eğitildik. artık bireydik ve gerçekler sadece yalnız kaldığımızda bizimleydi. birbirimizi gördüğümüz andan itibaren yalan söylemeye başlıyorduk. nasılsın cümlesine verdiğimiz her yalan yanıt bile burdan fizana yol olurdu. yahu fizan neresiydi ve biz nerdeydik? yalan çok yaban bir kelimeydi ona kaba olmayan bir isim bulmalıydık; biz yalana birçok isim verdik. hayal dedik, umut dedik, olasılık dedik, potansiyel dedik, bahane dedik. o kadar çok şey dedik ki elle tutulur kelime kalmamıştı artık bize. hepsini yalan çalmıştı, kalanlarında içini boşaltmıştı. giden gitmişti ve kalan sağlar bizimdi. bizde kalanları sağmaya başlamıştık. akıl almaz bir istekle sağıyorduk, emiyorduk, iliğini bile kurutmuştuk gerçeklerin. ne barbarlıktı o; birkaç iyi adam minik bir gerçekliğe olan gücüyle tutunuyordu, yazık ki onları uyaran olmamıştı: gerçekler kumdandı. ufalanıp dağıldılar, rüzgar gerçeği önüne katmıştı ve durmuyordu, var gücüyle yalanlardan kaçıyordu. sırayla geçti düşmanlarını, iftira, dedikodu, abartma, aldatma tüm yalanları hızlıca alt etmişti rüzgar bir başına. öyle ya gerçekler kumdandı. denize atardık tüm yalanları, bir şişenin içinde bir mektup, bir taş ama bir olta atar bize bir gerçek vermesini dilerdik, deniz kum verdi bize. biz kumdan kaleler yapardık, o yıkardı. deniz tüm yalanları yıkardı. midyeler bizim için gerçekleri hep saklardı o kadar sabırla saklardı ki en acı bir yalandan bile bir inci çıkarabilirdi. gerçekleri arardık ya güya boynumuza takardık onları, arayıp bulsak ne yapacaktık ki gerçekleri? boynumuza asar dolaşırdık belki..

bana kimse hikaye anlatmasın artık.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

sende yorum yap escobar